DersimDGH
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Dersim Demokratik Gençlik Hareketi


Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Araştırma-İnceleme

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1Araştırma-İnceleme Empty Araştırma-İnceleme Paz Ara. 07, 2008 3:34 am

Admin

Admin
Admin

İDEALİZM VE MATERYALİZMİN KONUSU TARİHSEL KÖKENİ
Her felsefenin ve özellikle diyalektik materyalizmin temel sorunu; düşüncenin varlıkla, yani bilinçle madde arasındaki ilişki sorununu çözme biçimidir.

Tin mi (Ruh), yoksa doğa mı önce gelir? Evren, tanrı tarafından mı yaratılmıştır? Yoksa bütün öncesizlik boyunca var mıydı? Modern felsefenin, düşüncenin varlıkla ilişkisini oluşturan bir diğer yön olan, dış dünya ile düşüncelerimiz arasındaki bağlantının durumu nedir? Düşüncelerimiz gerçek dünyayı bilebilecek durumda mıdır? Yani bizim çevremizdeki dünya ve evreni düşüncelerimizle açıklayabilir miyiz? Bu soruları ele alış durumlarına göre filozoflar, daha ilkçağlarda iki ayrı kampa bölünmüşlerdir: İdealizm ve Materyalizm.

Konumuzu bu iki terim çerçevesinde inceleyeceğiz .

İdealist; kelime itibariyle "Ülkülere bağlanan, kötülüklerin bu ülküyle düzeleceğine inanan, düşüncenin vereceği sevinci, midenin getireceği zevklerden üstün tutan kimsedir." (2) Felsefi anlamda idealizm; "Tinsel aşamada, dorukta zihin vardır. Geri kalan her şeye anlamını veren değerini veren, zihindir. Biricik gerçeği zihin temsil eder, zihinle varolur. Yada tinsellikte olduğu gibi maddesel gerçekliğin üzerinde yer alan ve doğanın kendisinde tamamladığı ve kendisini onunla açıkladığı üstün gerçeklik, zihin. Maddesel gerçeklik ancak bu üstün gerçeğin emrinde olur" (3)
Yani kabaca söylersek idealizm, nesneden önce bilincin geldiğini nesneyi yaratanın bilinç olduğunu, bilinci yaratanın tanrı olduğunu savunur.

İdealizmin aşırı kolu, işi, maddenin toptan yok sayılmasına kadar vardırır. Buna maddenin varlığını tanımayan idealizm de diyebiliriz, veya subjektif idealizm de denir. Bu anlayışın tek bir temsilcisi yardır. O da, Berkeley'dir. İdealizmin bir diğer çeşidi de nesnel idealizmdir. Yani maddeyi ruh, dünyayı tanrı yaratmıştır.

Maddecilik (Materyalizm); Doğayı (maddeyi) birinci etken, ruhu ikinci etken sayar. Varlığa birinci, düşünceye ikinci planda yer verir.

Materyalist düşünceye göre; maddenin varoluşu ne tanrıya, ne de doğaüstü başka bir güce bağlıdır. Her şey maddenin kendisi ile başlar ve maddenin kendisine döner.

Hayat ve bilinç olayları da dahil, tüm olayların ebedi ve değişmez kaynağı maddenin kendisidir. Düşünce ile varlık arasındaki durumu farklı görüşleriyle açıklayan filozofların mücadelesi, üç bin yıl öncesine kadar gider.
İlkçağ felsefecileri olarak ta tanımlanan Yunan filozofları köleci toplum yapısı içerisinde doğanın, evrenin ilk maddesinin ne olabileceği konusunda, farklı görüşler ortaya atmışlardır. evrenin ilk maddesi, Tales'e göre; "Su", Anaksimenes'e göre; "Hava", Heraklitos'a göre; "Ateş"tir. Bu düşünürler, maddenin hareket halinde olduğunu ve bir yaratıcıya muhtaç olmadığını belirtmişlerdir. Bundan ötürü bu düşünürler, ilkel de olsa o dönemin materyalistleridir. Bununla beraber materyalist filozoflar, köleci devletin soylulularına karşı düşüncelerinin mücadelesini verilerken, kimisi sürgün hayatına mecbur edilmiş, kimisinin eserleri meydanlarda yakılmıştır. Düşüncelerinde sonuna kadar direnenler ise katledilmişlerdir.

Materyalist filozofların cephesinde durum böyleyken, birde idealist cepheye göz atalım. Devleti, kölelerin ve ara katmanların üstünde gören, bir avuç köle sahibinin çıkarlarını savunan, soyluların safında yer alarak, halk kültürü ve yaşamından elde ettikleri siyasal ve ekonomik kazanımları soylulardan yana değiştiren filozoflarda vardır. Bu filozoflar, filozofluk unvanını, soylular düzeninin devamı için.bir etiket olarak kullanmışlardır. Dönemin en önemli idealist filozofları, Pyhtagoros ve Platon'dur. Nesnel idealist olan Platon; Yunan soylularının, felsefe alanındaki temsilcisidir. Politik sosyal görüşlerin en tehlikeli, en gerici temsilcisidir. Bilge (kendisi gibi olanı kasteder), muhafız ve yüksek memurların yönettiği, köleci, gristokratik bir cumhuriyeti, İdeal Devlet olarak düşünür ve kölelere karşı nefretini gizlemezdi.

Felsefenin Yunan toplumunda yaşam bulması ne rastlantı, ne de bir lütuftur. Köleci yaşamın bir gereksinimi olarak doğan felsefe, kaynağını Yunan toplumunun ekonomik altyapısından alır. Bilginin türü ile sosyo ekonomik yapı arasında kopmaz bir nedensellik bağı vardır. Bilginin niteliğini de üretim ilişkileri belirler. Köleci toplumun idealist filozofları; mevcut düzenin devamını sağlamada büyük etkisi olan idealist düşünceyi savunurken, maddeci filozoflar; düzenin, gelişmenin önünde engel olan yapılanmasından ve sömürücü niteliğinden dolayı, gerici düşüncelere karşı bilimsel olan. akılcı olan ve ezilen halkların yararına olan materyalizmi. ilkel de olsa savunmuşlardır.

Köleci devlet sisteminin bağrından doğan feodal devlet yapısı, kendinden önceki üretim ilişkilerini tasfiye ettikten sonra kendi siyasal iktidarını örgütlemişti. Feodal toplumda egemen güç, bilim ve eğitim üzerinde büyük etkisi olan KİLİSE’DİR. Kilisenin politik iktidarı ele almasıyla da, felsefe uzun bir dönem tanrı bilimin (teolojinin) hizmetine girmiştir.

Ortaçağ felsefesi diye adlandırdığımız skolastik felsefe, yaklaşık bin yıldan fazla bir süreyi kapsayan dönemde etkili olur. "Roma İmparatorluğu’nun her şeyine varis olan kilise, Ortaçağa hükmeden büyük bir kuvvettir. Onun dışında asla kurtuluş yoktur. Onun ifade ettiği şekilde dogma, hakikattir. O halde bunu aramak, söz konusu değildir. Hakikatin araştırılması, Hıristiyanlık için yoktur. Ortaçağ bakımından felsefe yapmak, dogmayı açıklamaktır. Onun sonuçlarını geliştirmektir. Onun doğruluğunu kanıtlamaktır!" (5) Görüldüğü gibi maddeye hiç yer vermeyen, onu anlama ve tanıma konusunda en ufak bir çaba sarf etmediği gibi, mistik yaşamı kendine hayat tarzı edinen Hıristiyan Sofistler zamana karşı öylesine karanlığa doğru gitmişlerdi ki, çağdaşları olan Arap filozoflarından, IX. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar felsefe konusunda dersler almak zorunda kalmışlardır.

XIII ve XIV. yüzyıllarda kilisenin denetimi hemen her konuda egemenken, bilim ve teknik alanındaki türlü buluşlar ve ilerlemeler, kiliseyi her gün biraz daha köşeye sıkıştırıyordu. Ne yazık ki, dönemin reformcu filozofları bu manzara karşısında, kiliseye hücum etmekten, onun maddi varlığını hançerlemekten ziyade, kiliseye karşı saygıda kusur etmemeyi yeğlemişlerdir. Bu durumlarıyla, insanlığı esir alan kilisenin yaşamını uzatmaya katkıları olurken, insanlık için pek katkılarından söz edilemez bu filozofların.

Bilimsel ilerlemelerin hız kazandığı XV. XVI. yy.larda, kilise için tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Gezegenlerin yollarını ve hareket kanunlarını bulan Kepler, dünyanın iki türlü hareketi olduğunu ve kendisine ait teleskopu ile Jüpiter'in uydularını keşfeden Galile, güneş sistemi konusunda ve daha birçok konuda ortaya atılan yeni fikirler, tutucu ve gerici feodal düzen tarafından ağır baskı ve yaptırımlara uğramışlardır. Feodal düzenin siyasal otoritesi olan kilisenin bilime karşı tahammülsüzlüğü, sonunun yaklaşmış olmasından, düzen olarak tarihin çöplüğüne karışma telaşından ileri gelmektedir.

Nasıl ki feodal toplum, köleci toplumun bağrında örgütlenip onu alt ettiyse, kapitalist toplumda feodal toplum içinde örgütlenip, feodal toplum yapısına son verdi. ilk ortaya çıkışında kapitalist toplum, geniş insan kitlelerinin desteğini almak için, gericiliğe karşı etkin mücadele verdi. Gerici, karanlık ve bilinemezci düşüncelere karşı, materyalist düşüncenin gücü ile savaştı. Ancak; diğer toplumlarda olduğu gibi kapitalist toplumda, alt yapısını sağlamlaştırdıktan sonra, ilericiliğe sırtını dönerek gericiliğin çıkarlarını temsil etti.

Toplumsal olaylardaki bu alt-üst oluşlar yaşanırken, skolastik felsefenin temsilcileri savundukları düşüncelerin aynılarıyla gün ışığına çıkma cesaretlerini gösteremediklerinden düşüncelerini örtülü bir şekilde bir süre daha savundular. Daha sonrada bilim ve teknik alanında baş döndürücü gelişmeleri görmezden geldiler, ya da bunları da sonuç olarak tanrıya bağladılar. Mekanik alandaki devrimi, biyolojideki evrim teorisini, fizikte uzay üzerinde yoğunlaşan buluşları, kimyada atom un bulunuşunu hep küçümseyen idealist görüşün savunucuları (Buruno, Lucke, Berkeley, Hume, Compenella, Kant... vb.) bu bilimsel buluşlara rağmen, dünyanın bilinemez olduğunu, derinlemesine araştırmalarla onu anlamaya ve değiştirmeye insanın gücünün yetmediğini savunmaya devam ettiler.

18. yy.da idealist cephede "durum böyleyken, materyalistler mekanikçiydi. Çünkü bu çağda bütün doğa bilimleri arasında yalnız mekanik, yani ancak katı cisimlerin mekaniği, yerçekimi mekaniği gelişmişti. Biyoloji henüz yeni doğmuştu. Kimya henüz çocuktu. Bitkisel ve hayvansal organizmalar, salt mekanikle açıklanıyordu.
Bu materyalizmin ikinci özgül darlığı, dünyayı bir süreç olarak, tarihsel gelişme yolunda bir madde olarak kavramadaki yetersizliktir.

Doğanın sürekli hareket içinde olduğu biliniyordu. Ama çağın fikirlerine göre bu hareketin, yine aynı şekilde aralıksız sürüp giden bir çember olduğunu, hiçbir şeyin bu yüzden ilerleyemediğini ve sonuç vermediğini sanıyorlardı. Yeryüzünün evrimi, jeolojik yapısı, canlı varlıkların yalın olanından karmaşık olanına doğru evrim gösteren uzun bir süreç sonucu oldukları, bilimsel olarak konmuyordu. Bu durumda tarihsel olmayan doğa anlayışı da kaçınılmazdır.
"Hegel; Doğa, zaman içinde hiçbir gelişmeye elverişli değildir. Yalnızca çeşitliğini uzay içinde açıp yayma olanağına sahiptir. Öyle ki, içerdiği bütün gelişme derecelerini aynı zamanda birbiri yanı sıra yayıp serer. Ve hep aynı süreçleri aralıksız durmadan tekrar etmeye mahkumdur" der. Hegel burada, kendi idealist düşünce çemberine doğayı sıkıştırıp esir etmeye çalışıyor. Bunca bilimsel oluşa ve binlerce bilimsel gelişmeye rağmen, sistem bunun böyle olmasını gerektiriyordu. Ve yöntem, sistem aşkına kendi kendine ihanet etmek zorundaydı. Ne yazık ki, tarihe aykırı bu görüşler, tarih alanında geçerliydi. Ortaçağ kalıntılarına karşı bin yıllık savaşım, sımsıkı sınırlandırılıyordu. Ortaçağın barbarlık tarihi basit bir kesintiye uğratılmış sayılıyordu. Tarihi yaratan binlerce olaydan hiçbirinin kavranılması istenmiyordu. Tarih olsa olsa belgeler ve örnekler hizmetini görüyordu"(6)

Engels'in de belirttiği gibi, idealizmin felsefi alanda at oynatması ve kendi egemenliğini sürdürmesi karşısında çok ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalmamasının en büyük nedeni, maddeci felsefenin, diyalektik materyalist ve tarihsel materyalist silahlarından yoksun olmasından kaynaklanmaktadır.

Materyalist felsefeyi ölümden kurtaran Marksist felsefenin en büyük iki silahını, (Diyalektik materyalizm, tarihsel materyalizm) önümüzdeki sayıda inceleyeceğiz.


Dipnotlar
1-K.Marx-F.Engels Felsefe İncelemeleri
2-M.Cachin Felsefe, Bilim ve Din
3-Lenin Felsefe Defterleri
4-Lenin Materyalizm ve Ampiryakritizm
5-A. VVaber Felsefe Tarihi
6-F.Engels Ludwing Feuerbach ve klasik alman Felsefesinin Sonu

PARTİZAN GENÇLİK SAYI-01

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz